“A-cab”
Acab da neymiş ya? İcap var benim bildiğim. İcapçı
da oluyor doktorlarda filan. Ama acabı bilemedim. Acaba mı demek istemiş ki?
Yurdum insanı işte, herkes bir şeyin kafasını yaşıyor.
Dur, biraz düzeltsem mi ki şunu?
“Acaba ben kimim?”
İşte böyle daha iyi oldu. Küçükmüşüz biz de bir
zamanlar. O zamanlardan kalmış bu soru bende. İnsanlar da düşünsünler biraz. En
azından görürler.
Bir acab daha. Yaptığı işi mi bitirememiş ki, nedir
bu?
Dur şunu da tamamlayayım bari.
“Nereden geliyoruz acaba?”
Bu sefer de ‘acaba’yı sona bırakayım dedim. Hani ‘arabacıyı
sona bırak’ oyunu vardır ya o geldi aklıma böyle düşününce.
İyice gitti senin de kafan. Kendi kendine düşünmeler
filan, ne iş Hüseyin?
Hüseyin de değil ki benim adım bu arada, saçma bir
şey yapınca kendime Hüseyin derim. Hüseyin dayıdan geliyor. ‘Başladın gene
Hüseyin’ derdi ya hani yengem, oradan geldi.
“Acaba neden böyle yapıyorsun?”
Bak bu da çok değişik oldu. Kim bilir kime ne ifade
edecek.
“Pardon bir şey söyleyebilir miyim acaba? Bir lira
kırk beş kuruşunuz var mı?”
“Ha? He, yok be ya.”
“Allah Allah kaç kişiye sordum kimsede de mi yok.”
Yürüyeyim ben bari, acıdım da adama, verse miydim
bir lira kırk beş kuruş?
Niye kırk beş kuruş ki ama elli deseymişsin bari.
Göbeği de tişörtünden çıkmıştı, hehe gerçek hayatta
öylesini hiç görmemiştim.
***
“Yoruldum, az dinlenelim mi şurada?”
Solundaki dökme demirden bankı gösteriyordu.
“Yürü la yürü. Oturcaz birazdan.”
Yorulanın saçları sarıydı.
Duvardaki yazıyı sesli bir şekilde okudu.
“Acaba neden böyle?”
Karaşın gömleğinin cebinden sigara paketini,
paketten de sigarasını ve çakmağını çıkardı.
Durdu. Sigarasını yaktı. İlk nefesini çekti. Biraz
bekledi.
İki parmağı arasındaki sigarayı gösterdi.
“Zihin tıkanıklığına birebir.”
Ve yürümeye devam etti. Sarışın takip etti.
“Ta Sokrates zamanına dayanır bütün bunlar, şu an
yaşadıklarımız.”
Sigarasından bir nefes daha aldı.
“Sokrates hazretleri gençleri etrafına toplar, Agora
denen o Yunan meydahanesinde gene o bilinen tırıvırı konuşmalarından birini
yapar. Gözleri, dinleyen gençler arasından o zamana kadar hiç görmediği bir nur
topuna kayar.”
Bir nefes daha aldı sigarasından.
“Konuşmasından sonra Sokrates çekine çekine ve bir o
kadar da kibir ile gence yaklaşır. Gözleriyle başladığı kayma işlemini aletiyle
devam ettirir. Platon’la Sokrates böyle tanışır. Birbirleriyle unutamayacakları
bir vakit geçirirler ve bunu insanlara göstermekten çekinmezler. Sokrates
ilişkinin ileriki zamanlarında Platon’a öyle bir kapılır ki kendisine gelen
diğer kişileri ‘Senin prenses olabileceğin tek yer Simit Sarayı cici kız’
diyerek çevirir. Bu durum Sokrates için
alışılmışın çok dışındadır çünkü daha önceden aynı anda götürdüğü bir sürü
genç...”
“Götürdüğü?”
Sigarasından bir nefes daha aldı.
“Kaydığı yani. Neyse bu durumdan küçük Platon da çok
etkilenir ve Sokrates’in idamından sonra hayattan Newton’un başına düşen
çürümüş elma gibi kopar. Bir gün kendini Sokrates’in çizimiyle tatmin ederken,
olanları tekrar yaşarsa kendini biraz olsun rahatlatabileceğini düşünür ve en
parlak öğrencisi olan Aristo’yu odasına çağırır.”
Bir nefes daha aldı sigarasından.
“Bir vakit sonra kayış misali köfte tadındaki eylemi
kaldıramayan Aristo, Atina’dan kaçar ve Makedonya’ya yerleşir. Fakat yaşadığı
bu olay onda çok derin bir yara bırakmıştır. Bir tramvaydır bu ve Aristo’ya çok
sert çarpmıştır. İster istemez danışmanı ve hocası olduğu İskender adındaki bir
gençle Makedonya’nın karlı dağlarından aşağıya tam gaz kayışa geçer.”
Sigarasından son nefesi aldı ve izmaritini atıp
üzerine bastı. Sağ tarafındaki dükkânı göstererek geldiklerini işaret etti.
“Bu sokağın en iyisidir burası.”
Dışarıdaki masalardan birine geçti. Sarışın da
karşısındaki sandalyeye oturdu.
“Hocasıyla yaptıkları geç saatlerdeki yatak
sohbetlerinden birinde, Aristo’ya ‘kozmokayış’ düşüncesinden bahseden İskender,
yaşlı bunağı kendisine ‘büyük’ lakabı verilmesinin nedeni olan malafatı dışında,
zekâsı ile de etkilemeyi başarır. Fakat hocamıza göre ‘kozmokayış’, o dönemde
gerçekleştirilmesi güç bir hayaldir. Bu yüzden bu fikre ‘kozmopolis’ demeyi
önerir. Neyse demek istediğim şey şu ki; Antik Yunan’dan beri süregelen bu
sıralı otogaz sistemi, İskender ile birlikte tüm dünyaya yayılır, günümüze
kadar gelir. İskender de dedelerine ve ninelerine kaydığı tarihçiler tarafından
‘büyük’ lakabına layık görülür. Yani anlayacağın Büyük İskender, Büyük Sikender
olur.”
Garson önlüğünün ön cebindeki adisyon kâğıdını
çıkardı.
“Ne yersin abi?”
“Bana bir büyük iskender.”
***
Son bir ayda çok kilo
almıştın ve ergenliğe girmiş bir erkek çocuğunun kıllanmaya yeni başlamış
göğsüne benzeyen göbeğin, zaten sıcak suda yıkanmış gibi çekmiş olan
tişörtünden dışarı fırlamıştı.
Kendisini hayat tarafından bahşedilen sosyal bir
deney olarak görmeye ve etrafındaki insanlara bu sosyal deneyin parçalarıymış
gibi davranmaya çok uzun zaman önce başlamıştı. İnsanlar ve kendi üzerinde
uyguladığı deneyleri birkaç arkadaşına anlatmış fakat hiçbirinin kendisini
anlamadığını fark ederek planlarını ve bulgularını kimseyle paylaşmamaya karar
vermişti.
Her yeni gün onun için sahnelenecek farklı bir oyun
demekti. Deneylerini gençliğinde fark ettiği usta oyunculuk becerileri ile
insanlara yutturmayı çok kolay başarabilmekte hatta insanlarla böylesine
oynayabildiğini görmesiyle bu deneylerden fazlasıyla zevk alabilmekteydi.
En son deneyi için bir ay içinde on kilo almış,
göbeğindeki kılları yeni çıkmaya başlıyor gibi göstermek için tıraş etmişti.
Göbeği, abisi dışında ailesindeki bütün erkeklerin göbeği gibi öne doğru
genişlemekteydi ve göbek deliği içe değil dışa doğruydu. Abisinin göbeği;
annesinden almış olduğu yüksek ve geniş açılı kaval kemiklerinden dolayı simit
şeklinde büyümekte, aldığı kilolar gıdısına, memelerine ve simitlerine
gitmekteydi.
Aldığı on kilodan dolayı zaten kendisine küçük gelen
tişörtünün bir de boyunu kısaltmak için yüksek derecede yıkamış ve hakkını
vermek gerekir ki, görünen göbek miktarı ile tişörtün içine gizlenmiş göbek
miktarını çok güzel bir şekilde ayarlamıştı. Tişörtü göbek deliğinin çeyreğini
açık bırakacak şekilde ayarlanmıştı. Böylece gözü oraya takılan insanlar
tamamının nasıl göründüğü düşüncesini akıllarından çıkaramayacaklardı.
Elinin ve burnunun
kenarları kırmızı boya olmuş adamın yanında durmuş büyük bir ermişlik içinde
kendini acındırarak bir lira kırk beş kuruş değerinde bir soru soruyordun. Adam
şaşkınlıkla yanından uzaklaştı. Sen de o giderken kendi kendine konuşmaya
başladın. O kadar naiftin ki seni sokakta gören evine evcil hayvan diye alırdı.
Fakat sonra kafanı sağ tarafa çevirdin. Bütün havan değişti.
Karşısında elindeki sprey boyayı eline yüzüne
bulaştırmış, duvara bir şeyler fışkırtan bir adam durmaktaydı. Biraz dalgın
olsa gerekti çünkü onunla konuşmaya başladığında adam afallamıştı. Gözleri
hemen tişörtünden fırlamakta olan göbeğine takılmış, gülmemek için kendini
sıkmıştı. Gözlerinin içinde acıma ve hoşnutluğun karışık olduğunu fark etmişti.
Adam yoluna devam ederken arkasından kendi kendine söylenmişti.
Her şey oyununun bir parçasıydı. Adamı bir anlığına
da olsa şaşırtmış, biraz eğlendirmiş ve büyük ihtimalle bütün gün boyunca
düşündürmeyi başarmıştı.
Kafasını sağ tarafa çevirip boyalı adamın yazdığı
şeyi görünce gözleri büyüdü. Son nefesini arabanın altında kalarak veren bir
kedinin ciyaklamasına benzer bir ses çıkardı. Duvarda “Acaba neden böyle
yapıyorsun?” yazıyordu.
Ve sıra ondaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder