2 Kasım 2013 Cumartesi

varyasıyon

yoğuşadur be adam
gündönmeyegörelere geldin 
yoğuşadurabilirsin adam
ihtiyarlamayakoymaktasın 
yoğuşadur lütfen
ızdırabın düşüşüne denk geldin
yoğuşadurabilir misiniz acaba bayım
güneş gözümü alıyor

düşünce

sıçaydım belki de
mermer taşlara oturup 
cırcırlığa eskilerlen

bacak bacak üstüne
ataydım da karımın
aldığı çorap görünseydi
pazar pazarlarından

hep birlikten oturup
sarartsaydık bıyıklarımızı
sigaraylan

uzun zaman olmayaydı
keseli sarartılmış
bıyıklarını eskilerin

ah sıçaydım ben de
mermer taşlara oturup
cırcırlığa eskilerlen

23 Temmuz 2013 Salı

ve oldu böyle

ayrı kaldık
günümüzde
ayrıştırıldık
sözde düşümcelerimizle

sustuk
susturulduk
ve bekledik
sözde özlerimizde

ama ne benim düşüncelerimdeydi
ayrı kalmak
ne de senin özünde
susmak

12 Temmuz 2013 Cuma

Değişim


“Tükendim, tüketildim. Duşta otuz bir çekip uyuyorum. Sigara içiyorum. Kafam iyi olmadığı sürece yazamıyorum, düşünemiyorum. Karakterimi bürüdüm kendime, yazıda kalması gereken hikâyemi oynuyorum karşında. Kilo alacağıma veriyorum, dolacağım yere boşalıyorum. Üstelik kirletemiyorum bile boşalırken. Ve senken beni boşaltan hem hazza hem boşluğa, farkında bile değilsin. Gözlerimin canlılığını gizleyen gözlüğümsün.”
Bu bizi sıfırlar.
Toplum iki, biz sıfır.

Söylenecek sözün kalmadığı yere gelebildim ve söylenecek sözün kalmadığı yerde sadece söylenecek bir sözü olanlar kalır, son sözlerini söyleyenler ise bütün yaşamsal faaliyetlerini keserler. Artık onlar Kayra’nın çocuklarıdır. Kaçabilirler ama gerek görmezler.
Bu, toplumu sıfırlar.
Toplum sıfır, biz iki.

***

Nefes nefeseydim ve sevgilimin terden sırılsıklam olmuş yatağında yatıyordum. Hep nefes nefese kalırım seviştikten sonra. Uykum gelir, beynime oksijen gitmez, boşalmanın da etkisiyle başım döner. Kusurlu bir yaratık için kusursuz bir haz.

“Güzel Türkiye” tişörtüyle Kadıköy’deki Atatürk Anıtı’nda duran üç çocuktan biriydim ben de. Biri vuruldu o çocukların, biri kendini boğdu. Ben hem vuruldum hem kendimi boğdum.
Erdem’di vurulanın adı. Bıyığımı kesip tümüyle sakal bıraktığım yazdı o zaman.
“Bu sakalınla mormonlara benzemişsin!”
“Mormonlar hakkında ne bilirsin ki?”
Okan’dı kendini boğan. Caddebostan sahilde oturur, tütünümüzü sarardık eskiden.
“Nerden aldın bu tütünü?”
“Tokat’tan.”
“Neden, Tokat’ın tütünü mü ünlüymüş?”
“Bilmem, her yerde tütüncü vardı.”

Seviştikten sonra uyumadığım zamanlar kalkar bir orgazm sigarası yakardım kendime. O gelirdi sonra, birlikte camdan esen ayazın, kaloriferden gelen sıcağın önünde oturur zaferimizi kutlardık. Tabuları kıracak ne varsa yapmalıydık. Toplum sıfır, biz bir.

Erdem bizim kapıcının oğluydu. Kendini alt tabakadan sanır ve solcuyum derdi. Sağcılar vurdu. Che tişörtlerinin ironisiydi Erdem’in anlamadığı. Ölümüne de bu sebep oldu zaten. Toplum bir, biz sıfır.
Okan’ı her zaman daha yakın hissetmiştim kendime; fakat üniversiteye gitti, mezun oldu, sabah sekiz akşam beş. Geniş dünya algısını buruşturup ofisindeki çöpe atmış ve algılarını kapamıştı farklıya. Suratında sahte gülümsemesiyle boğuyordu kendisini sığ masasında.  Onların adamı olmuştu. Toplum iki, biz sıfır.

***

Puroların cinsel organları simgelemediği, silahın görünmesine rağmen ateşlenmediği oyunlar yazardık. Reddi vicdanımızla değil, zindan edilen yüreğimizle çekerdik. Çile doldururduk kalabalığın içinde.  Halvete topluca girer, cumayı evde kılardık. Âşık devrimcilerdik biz, ölümü birbirimizle aldatırdık. Toplum sıfır, biz iki.

Dine itildim ben de. Yaktım ruhumun imansızlığını, mey ile boğdum serbestîmi. Tanrının adamı oldum çıktım. Sakalımı uzattım, hafız oldum. Korumam gerekendi iradem, kendi ellerimle teslim ettim. Ha(l)k vurdu beni, ben de böyle boğdum kendimi. Toplum üç, biz sıfır.

Gezginlerin bile kaçındığı bilinmeyen ülkelerde yürürdük biz, kıyılarında yüzüp tütününü içer, kadınlarıyla birlikte olurduk. Seferber olur yardım toplardık. Söz konusu sağlığımız olduğunda ise “Siktir et! Kim takar sağlığı, bugün varız yarın yokuz!” derdik. Ve bütün mesele bundan ibaret olduğunda ise, “serz-enişte”nin baldızlarıydık biz, ölümü para ile sarar aşk ile koklardık. Toplum sıfır, biz üç.

Yeniden doğdum sonra. Yürümeye başladım. Savaşlar gördüm, insanların kendilerini kaybedişlerini ve direnişlerini izledim. Onlara katıldım, çoğunluğun arasından kendimizi birleştirerek kurtulduk. Ben ise İlyadavari havamla zor da olsa varmıştım Itheka’ma. Toplum üç, biz bir.

Kaybolduk bu kokuda biz, sevip soğana çevrildik. Beyaz kâğıtlarımız karalandı, direnişimiz koyun panzehirleriyle kırıldı. Biz de onlardan olduk, güdüldük, otlatıldık ve sonunda bizi de kestiler. Aslında ifadelerimiz uyurken de sıçarken de aynıydı; sahte bir gülümseme oturtulmuştu tahtadan kalıplarla suratımıza. En başta ateşimizle yakmıştık odunu. Şimdi ise soğuk metalden gülümsememize karşı ateşimiz sadece bizlere zarar. Toplum bir, biz üç.

Söylenecek sözün kalmadığı yere gelebildim ve söylenecek sözün kalmadığı yerde sadece söylenecek bir sözü olanlar kalır, son sözlerini söyleyenler ise bütün yaşamsal faaliyetlerini keserler. Artık onlar Kayra’nın çocuklarıdır. Kaçabilirler ama gerek görmezler.
Bu, toplumu sıfırlar.
Toplum sıfır, biz iki.

Kendi kendimizi kapattığımız hapishanede yaldızlı kelebeklere gülüyoruz. Umut ediyoruz, recm ediliyoruz.

***

Ve ben oturmuş yine orgazmın dumanını çekerken içime gündüzümü kaçırdığım geceye daldı muhabbet. Dayanamadım.
            “Gözlerin artık soluk hayat.”
            “Niye?”          
            “Kendimi görüyorum.”
            “Ne demek istiyorsun?”
“Tükendim, tüketildim. Duşta otuz bir çekip uyuyorum. Sigara içiyorum. Kafam iyi olmadığı sürece yazamıyorum, düşünemiyorum. Karakterimi bürüdüm kendime, yazıda kalması gereken hikâyemi oynuyorum karşında. Kilo alacağıma veriyorum, dolacağım yere boşalıyorum. Üstelik kirletemiyorum bile boşalırken. Ve senken beni boşaltan hem hazza hem boşluğa, farkında bile değilsin. Gözlerimin canlılığını gizleyen gözlüğümsün.”
Bu bizi sıfırlar.

Toplum iki, biz sıfır.

28 Mayıs 2013 Salı

6 Mart 2013 Çarşamba

biz

pınarları az daha
taşayazan ayların
son demlerini 
içmeye koyulmuştuk, biz
seninle

sözüm ona
engel çıkacaktık, biz
koca dağları
devirmişlere

alışabinmiş gidiyorduk, biz
sözlenmiş düşlerin
arasında

biz


not: biz ne kadar garip bir kelime