14 Aralık 2015 Pazartesi

babam ve allah

o kadar yorgunum ki
allah baktığında yukardan
babam gözyaşlarını tutamıyor

rabbim o bebeği ağırlamak istiyor

geceler uzağında babam
kördü rabbim fahişeyi
affet bazen ben de
sevişmek istiyorum

kocaman ışınladım
kendimi hayat zaten
duygusal seni sadece
oftalmolojik
olarak görüyorum

tövbe yarabbim look at my face luk et ma feys

azından bir bütün
öleyim bana saçlarını
okşama 

kana dönse
yazık büküm içinde
iktidarlık çekmekteyim

seni yaradana inleteceğim

seksi ellerim vahşi
coğrafyanda çözünmeler
fiziksel bonzai kimyasal

seksi ellerim hızlı
metabolizmanda tepkimeler
enzimli dilin dilime benzinli

seksi ellerim çekimli
yer gibi fizik gibi kanunları
kabullü etkitepki

seksi ellerim taş
gibi jeoloji gibi
astronomi ve kahve falı

seksi ellerim bedenim                                   
ter ve ateş ve ıslak gibi
veya seksi ellerim bedenin
ter ve ateş ve ıslak gibi ve
seksi ellerim yürek
ve seksi ellerim beyin
ve seksi ellerim seni


üç

ak içimden
çıkamayan karam
var sana
vardım çarmıh çaktılar
gözlerin bizi üzüyor

düşe durdum
beni okşuyorum
sonum sana
musalladoldu
bizi gözlerin üzüyor

tutmaya korktum
elimden beni genzimden
kaldır anlamıyorum
seviyorsan üç kere çaldır

ideolojip

güruhumu anneme bakarak
ağla gardım sana
düşük çocuk

dedemin berberi
bendim bana
müşcesine küs

içim şehirlerarası
foseptik yolları hep
bu bana düz

sol gecemiz
sönsün bütün
komünistleri üz

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Üçleme



“A-cab”

Acab da neymiş ya? İcap var benim bildiğim. İcapçı da oluyor doktorlarda filan. Ama acabı bilemedim. Acaba mı demek istemiş ki? Yurdum insanı işte, herkes bir şeyin kafasını yaşıyor.
Dur, biraz düzeltsem mi ki şunu?

“Acaba ben kimim?”

İşte böyle daha iyi oldu. Küçükmüşüz biz de bir zamanlar. O zamanlardan kalmış bu soru bende. İnsanlar da düşünsünler biraz. En azından görürler.
Bir acab daha. Yaptığı işi mi bitirememiş ki, nedir bu?
Dur şunu da tamamlayayım bari.

“Nereden geliyoruz acaba?”

Bu sefer de ‘acaba’yı sona bırakayım dedim. Hani ‘arabacıyı sona bırak’ oyunu vardır ya o geldi aklıma böyle düşününce.
İyice gitti senin de kafan. Kendi kendine düşünmeler filan, ne iş Hüseyin?
Hüseyin de değil ki benim adım bu arada, saçma bir şey yapınca kendime Hüseyin derim. Hüseyin dayıdan geliyor. ‘Başladın gene Hüseyin’ derdi ya hani yengem, oradan geldi.

“Acaba neden böyle yapıyorsun?”

Bak bu da çok değişik oldu. Kim bilir kime ne ifade edecek.

“Pardon bir şey söyleyebilir miyim acaba? Bir lira kırk beş kuruşunuz var mı?”

“Ha? He, yok be ya.”

“Allah Allah kaç kişiye sordum kimsede de mi yok.”

Yürüyeyim ben bari, acıdım da adama, verse miydim bir lira kırk beş kuruş?
Niye kırk beş kuruş ki ama elli deseymişsin bari.
Göbeği de tişörtünden çıkmıştı, hehe gerçek hayatta öylesini hiç görmemiştim.

***

“Yoruldum, az dinlenelim mi şurada?”

Solundaki dökme demirden bankı gösteriyordu.

“Yürü la yürü. Oturcaz birazdan.”

Yorulanın saçları sarıydı.
Duvardaki yazıyı sesli bir şekilde okudu.

“Acaba neden böyle?”

Karaşın gömleğinin cebinden sigara paketini, paketten de sigarasını ve çakmağını çıkardı.
Durdu. Sigarasını yaktı. İlk nefesini çekti. Biraz bekledi.
İki parmağı arasındaki sigarayı gösterdi.

“Zihin tıkanıklığına birebir.”

Ve yürümeye devam etti. Sarışın takip etti.

“Ta Sokrates zamanına dayanır bütün bunlar, şu an yaşadıklarımız.”

Sigarasından bir nefes daha aldı.

“Sokrates hazretleri gençleri etrafına toplar, Agora denen o Yunan meydahanesinde gene o bilinen tırıvırı konuşmalarından birini yapar. Gözleri, dinleyen gençler arasından o zamana kadar hiç görmediği bir nur topuna kayar.”

Bir nefes daha aldı sigarasından.

“Konuşmasından sonra Sokrates çekine çekine ve bir o kadar da kibir ile gence yaklaşır. Gözleriyle başladığı kayma işlemini aletiyle devam ettirir. Platon’la Sokrates böyle tanışır. Birbirleriyle unutamayacakları bir vakit geçirirler ve bunu insanlara göstermekten çekinmezler. Sokrates ilişkinin ileriki zamanlarında Platon’a öyle bir kapılır ki kendisine gelen diğer kişileri ‘Senin prenses olabileceğin tek yer Simit Sarayı cici kız’ diyerek çevirir.  Bu durum Sokrates için alışılmışın çok dışındadır çünkü daha önceden aynı anda götürdüğü bir sürü genç...”

“Götürdüğü?”

Sigarasından bir nefes daha aldı.

“Kaydığı yani. Neyse bu durumdan küçük Platon da çok etkilenir ve Sokrates’in idamından sonra hayattan Newton’un başına düşen çürümüş elma gibi kopar. Bir gün kendini Sokrates’in çizimiyle tatmin ederken, olanları tekrar yaşarsa kendini biraz olsun rahatlatabileceğini düşünür ve en parlak öğrencisi olan Aristo’yu odasına çağırır.”

Bir nefes daha aldı sigarasından.

“Bir vakit sonra kayış misali köfte tadındaki eylemi kaldıramayan Aristo, Atina’dan kaçar ve Makedonya’ya yerleşir. Fakat yaşadığı bu olay onda çok derin bir yara bırakmıştır. Bir tramvaydır bu ve Aristo’ya çok sert çarpmıştır. İster istemez danışmanı ve hocası olduğu İskender adındaki bir gençle Makedonya’nın karlı dağlarından aşağıya tam gaz kayışa geçer.”

Sigarasından son nefesi aldı ve izmaritini atıp üzerine bastı. Sağ tarafındaki dükkânı göstererek geldiklerini işaret etti.

“Bu sokağın en iyisidir burası.”

Dışarıdaki masalardan birine geçti. Sarışın da karşısındaki sandalyeye oturdu.

“Hocasıyla yaptıkları geç saatlerdeki yatak sohbetlerinden birinde, Aristo’ya ‘kozmokayış’ düşüncesinden bahseden İskender, yaşlı bunağı kendisine ‘büyük’ lakabı verilmesinin nedeni olan malafatı dışında, zekâsı ile de etkilemeyi başarır. Fakat hocamıza göre ‘kozmokayış’, o dönemde gerçekleştirilmesi güç bir hayaldir. Bu yüzden bu fikre ‘kozmopolis’ demeyi önerir. Neyse demek istediğim şey şu ki; Antik Yunan’dan beri süregelen bu sıralı otogaz sistemi, İskender ile birlikte tüm dünyaya yayılır, günümüze kadar gelir. İskender de dedelerine ve ninelerine kaydığı tarihçiler tarafından ‘büyük’ lakabına layık görülür. Yani anlayacağın Büyük İskender, Büyük Sikender olur.”

Garson önlüğünün ön cebindeki adisyon kâğıdını çıkardı.

“Ne yersin abi?”

“Bana bir büyük iskender.”

***

Son bir ayda çok kilo almıştın ve ergenliğe girmiş bir erkek çocuğunun kıllanmaya yeni başlamış göğsüne benzeyen göbeğin, zaten sıcak suda yıkanmış gibi çekmiş olan tişörtünden dışarı fırlamıştı.

Kendisini hayat tarafından bahşedilen sosyal bir deney olarak görmeye ve etrafındaki insanlara bu sosyal deneyin parçalarıymış gibi davranmaya çok uzun zaman önce başlamıştı. İnsanlar ve kendi üzerinde uyguladığı deneyleri birkaç arkadaşına anlatmış fakat hiçbirinin kendisini anlamadığını fark ederek planlarını ve bulgularını kimseyle paylaşmamaya karar vermişti.

Her yeni gün onun için sahnelenecek farklı bir oyun demekti. Deneylerini gençliğinde fark ettiği usta oyunculuk becerileri ile insanlara yutturmayı çok kolay başarabilmekte hatta insanlarla böylesine oynayabildiğini görmesiyle bu deneylerden fazlasıyla zevk alabilmekteydi.

En son deneyi için bir ay içinde on kilo almış, göbeğindeki kılları yeni çıkmaya başlıyor gibi göstermek için tıraş etmişti. Göbeği, abisi dışında ailesindeki bütün erkeklerin göbeği gibi öne doğru genişlemekteydi ve göbek deliği içe değil dışa doğruydu. Abisinin göbeği; annesinden almış olduğu yüksek ve geniş açılı kaval kemiklerinden dolayı simit şeklinde büyümekte, aldığı kilolar gıdısına, memelerine ve simitlerine gitmekteydi.
Aldığı on kilodan dolayı zaten kendisine küçük gelen tişörtünün bir de boyunu kısaltmak için yüksek derecede yıkamış ve hakkını vermek gerekir ki, görünen göbek miktarı ile tişörtün içine gizlenmiş göbek miktarını çok güzel bir şekilde ayarlamıştı. Tişörtü göbek deliğinin çeyreğini açık bırakacak şekilde ayarlanmıştı. Böylece gözü oraya takılan insanlar tamamının nasıl göründüğü düşüncesini akıllarından çıkaramayacaklardı.

Elinin ve burnunun kenarları kırmızı boya olmuş adamın yanında durmuş büyük bir ermişlik içinde kendini acındırarak bir lira kırk beş kuruş değerinde bir soru soruyordun. Adam şaşkınlıkla yanından uzaklaştı. Sen de o giderken kendi kendine konuşmaya başladın. O kadar naiftin ki seni sokakta gören evine evcil hayvan diye alırdı. Fakat sonra kafanı sağ tarafa çevirdin. Bütün havan değişti.

Karşısında elindeki sprey boyayı eline yüzüne bulaştırmış, duvara bir şeyler fışkırtan bir adam durmaktaydı. Biraz dalgın olsa gerekti çünkü onunla konuşmaya başladığında adam afallamıştı. Gözleri hemen tişörtünden fırlamakta olan göbeğine takılmış, gülmemek için kendini sıkmıştı. Gözlerinin içinde acıma ve hoşnutluğun karışık olduğunu fark etmişti. Adam yoluna devam ederken arkasından kendi kendine söylenmişti.
Her şey oyununun bir parçasıydı. Adamı bir anlığına da olsa şaşırtmış, biraz eğlendirmiş ve büyük ihtimalle bütün gün boyunca düşündürmeyi başarmıştı.

Kafasını sağ tarafa çevirip boyalı adamın yazdığı şeyi görünce gözleri büyüdü. Son nefesini arabanın altında kalarak veren bir kedinin ciyaklamasına benzer bir ses çıkardı. Duvarda “Acaba neden böyle yapıyorsun?” yazıyordu.

Ve sıra ondaydı.



19 Mayıs 2014 Pazartesi

yığın

yatağımda pencere
hafif aralık
dışarıda iki köpek
beşlisinden çok 
sesli koşuyor

bir şeker anneyi
üç bok çocuk
bezdiriyor üstelik
sünnetsiz
tavan çökmüş kafesime
sıkıştırıyor 

açlıktan öleceğim dostum
fena bayıldım 
depresyona

kaldırım

kıllarımın dipleri kızarık donmuş
sıkıştırınca beyaz ve kırmızı
şaraplar
göklerde birleşip
bize bir

kıllarımın dipleri şişmiş acıtıyor
bence bu yüzden benimki
kalkmıyor

14 Mayıs 2014 Çarşamba

umut

ayna taşıyın sokakta
çerçevesi ahşaptan oyulmuş
yaldızlı
daha gece olmamış
yıldızlar değil
çerçeve parlıyor

bir tutam saç taşıyın sokakta
yirmi beşliğinki
dökülüyor yardım
edin

ayna taşıyın sokakta
çerçevesi yaldızlı
parlıyor
bir tutam da saç alın
yanınıza
yirmi beşlik de sokakta
olsun arkanızda
koşuyor